15 Temmuz 2014 Salı

Kitap Yorumu: Paris'te Aşk (Anna and the French Kiss #1)

KİTAP KÜNYESİ:
Kitabın Adı: Paris'te Aşk
Özgün Adı: Anna and the French Kiss
Serinin Adı: Anna and the French Kiss #1
Yazarın Adı: Stephanie Perkins
Sayfa Sayısı: 454
Yayınevi: Arunas Yayıncılık
Goodreads Puanı: 4.16
Piyasa Fiyatı: 12,00 TL

ARKA KAPAK

Anna; babasının isteğiyle lisedeki son yılını Atlantadan, evinden, annesinden, en yakın arkadaşı Bridgetteden ve hoşlandığı çocuk Tophtan ayrı bir şekilde geçirmek zorunda kalmış ve Paristeki Amerikan Okuluna yazdırılmıştır. Hem alıştığı yaşam tarzından uzaklaşmak hem de yeni bir kültüre uyum sağlamaya çalışmak Anna için çok zordur. Fakat kısa zaman içinde kendine yeni arkadaşlar edinir. Tabii onu Pariste özel hissettiren biri vardır: Etienne. Fakat Etienne başka biriyle ilişki yaşamaktadır. Anna; Etienne ve Toph arasında gidip gelmekte ve ait olduğu yeri yani "ev"ini aramaktadır.

Çok sevdiğim bir lisem vardı; artık yok.
Çok sevdiğim bir çocuk vardı; artık yok.
Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı; artık yok.

Artık Paris benim de evim.
Yeni arkadaşlar, yeni aşklar…
Ah aşk…
Ne seninle ne de sensiz…

Oysa ben imkânsızı değil, gerçek aşkı arıyordum.
Ama aşk, hayallerde yaşanamayacak kadar gerçek; hayalleri süsleyecek kadar pembeydi Pariste…




Paris'te Aşk, konusu açısından ortalama bir romantizm kitabına benzeyen, ama karakterleri ve yazarın anlatımı ile, bir de hikayenin geçtiği şehir Paris ile diğer romantizm kitapları arasından sıyrılabilen bir kitap. Çok sevdim ben bu kitabı. Hatta o kadar sevdim ki, yorumu yazılmayı bekleyen diğer üç kitabı atlayıp, hemen bu kitabın yorumunu yazmayı istedim. Bu aralar sıcaklardan dolayı sanırım, hiç bir şey yapmıyorum. Okuduğum kitapların yorumlarını da yazsam, iki günde bir blog'u güncelleyebilirim, ama maalesef tembellik seviyem buna izin vermiyor an itibarı ile.

Şimdi biraz şu çok sevdiğim, uğruna tembelliğimden vazgeçtiğim kitaptan bahsedeyim size. Kitapta hikayesini anlatan kızımız Anna, lisenin son senesini Paris'te bir Amerikan okulunda okumak üzere, nefret ettiği babasının zoruyla Fransa'ya gönderiliyor. Annesinden, kardeşinden, en yakın arkadaşından, hoşlandığı çocuktan ve evinden uzakta, ana dilini bilmediği bir şehirde bir sene geçirmek zorunda. Ama Anna'nın unuttuğu bir kısım var. Ya Paris'te onu bekleyen güzel şeyler neler..? 

Bu güzel şeylerin başında mükemmel saçlara sahip olan, İngiliz aksanlı, Fransız isimli, Amerikan okuluna giden ve kendisini herhangi bir ulusa ait hissetmeyen St. Clair geliyor. Ama her güzelin bir kusuru vardır. St. Clair'in de var. Onun bir sevgilisi var! Ve daha da kötüsü. Anna'ya Paris'te sıcakkanlı davranan sayılı kişilerden Meredith de St. Clair'e aşık. Yani kısacası; St. Clair, Anna için her açıdan yasak bölgeAma, bir saniye. Aşktan bahsediyoruz. Yasak dinler mi? Dinlemez. Anna ve St. Clair'in aralarındaki çekimi görmezden gelmeleri bir işe yaramaz. Ve onları ancak duygularıyla yüzleşerek çıkabilecekleri bir labirente sürükler.

Kitabın konusu buydu ve hoşuma gitti. Ama asıl benim kitapla ilgili en çok sevdiğim şey karakterlerdi. Kitabın o kadar doğal, kusurlarıyla güzel olan karakterleri vardı ki! Duyguları çok gerçekçiydi. Aşkları çok tatlıydı. Bir de tüm bunlar Paris'te yaşanınca... Bir de, yazarın dili sayesinde kitabı okurken Paris'i gezermiş gibi oluyorsunuz. Notre Dame, Sein Nehri, Point Zero... Sanki Anna'yla birlikte ben de tüm bu yerleri gezdim. 

Kitap üzerimde inanılmaz bir etki bırakmadı, ama eğer günümüz romantizm kitaplarını seviyorsanız kitaplığınızda bulunması gereken kitaplardan diyorum. Paris diyorum, St. Clair diyorum, İngiliz aksanı var diyorum. :D Kısacası eğer okunacaklar listeniz dolu değilse, okuyacak kitap arıyorsanız ve romantizm kitaplarına karşı değilseniz, Paris'te Aşk sizin aradığınız kitap olabilir. :)

ALINTILAR

Gerçekten. Kim çocuklarını yatılı okula göndermek isterdi ki? Tıpkı Hogwarts'a benziyordu. Tek farkı, benim okulumda yakışıklı büyücüler, sihirli şekerler ya da uçuş dersleri yoktu.

Ne dileyecektim ya ben? İsteyip istemediğimi bile bilmediğim bir şeyi mi? İhtiyacım olup olmadığını bile bilmediğim birini mi? Yoksa asla sahip olamayacağımı bildiğim birini mi?Bu konuda fazla düşünmeyecektim. Her şeyi kaderin ellerine bıraktım.Benim için en iyisi neyse, onu yaşamayı diliyorum. 

Ellerimi ellerinin içine alarak "Anna?" dedi.Alınlarımız birbirine değiyordu. "Efendim?""Lütfen beni sevdiğini söyler misin artık. Acı çekiyoruz şurada."
 

Çünkü söylediklerimde haklıydım. İkimiz için de ev, bir mekan değildi. Bir insandı.Artık nihayet, ikimiz de evimizdeydik.

4 PUAN: Güzeldi, okumanı öneririm.
 Söylenmesi gereken her şeyi söylemişim sanırım. Mükemmel bir hikaye değildi, ama çok tatlı bir hikayeydi. ^_^


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder