12 Eylül 2014 Cuma

Seri Yorumu: Too Far - Abbi Glines


SERİ SIRALAMASI
Fallen Too Far
Never Too Far
Forever Too Far
Rush Too Far

Bugün bir süredir blog’da yazdığım yazılarda da bahsettiğim, severek okuduğum Too Far serisinden bahsedeceğim size biraz. Yurtdışında baya ses getirmiş olan bu serinin yayın hakları ülkemizde Pegasus Yayınları tarafından satın alınmış. Umarım ilk kitap Fallen Too Far’ı fazla bekletmeden çıkarırlar, kitabın sevileceğine inanıyorum. 



Seriyi bir bütün halinde yorumlayacağım için fazla spoiler vermemeye çalışacağım. Sadece ilk kitabın konusunu anlatıp, diğer kitaplar hakkındaki düşüncelerimi belirteceğim. Ama aralarda ufak tefek spoiler olabilir, şimdiden uyarayım.

Blaire Wynn 19 yaşında bir kız, ama hayatı boyunca öyle şeyler yaşamış ki, söylediğine göre bazı günler 40 yaşında gibi hissediyor. Her şey tek yumurta ikizi Valerie’nin, babasının kullandığı araba kaza yaptığında ölmesiyle başlıyor. Daha sonra annesi kızının kaybıyla aylarca kendisine gelemiyor, bu arada babası annesinden ayrılıp başka bir kadınla evleniyor. Tüm bunlar yeterince kötü değilmiş gibi, bir de kısa bir süre sonra Blaire annesinin kansere yakalandığını öğreniyor. Annesinin hastalığı süresince yanında ona yardımcı olabilecek tek kişi, erkek arkadaşı da onu aldatıyor. Blaire ve annesi her ne kadar kanserle sonuna kadar savaşsalar da, annesi kansere yenik düşüyor ve hayatını kaybediyor. Annesinin hastane borçlarını ödemek için evini de sattıktan sonra, Blaire’e kamyonetinden başka hiçbir şey kalmıyor. 

Blaire yeni bir iş ve kalacak yer bularak hayatında yeni bir sayfa açmak zorunda. Bu yüzden istemeyerek de olsa, yardım için babasını arıyor. Babası iş bulup kendine ev tutmak için para biriktirene kadar Florida’daki evinde kalabileceğini söylüyor. Blaire sahip olduğu birkaç parça kıyafetini, kamyonetini ve hiç kullanmamış olsa da, kullanmayı birçok erkekten daha iyi bildiği silahını yanına alıp Rosemary Sahiline doğru yola çıkıyor. Ama Blaire’i bekleyen küçük bir problem var... Babası üvey annesiyle Paris’te tatilde ve evdekiler şımarık üvey kardeşlerinden başkası değil. Yani, Nan ve Rush...

Rush Finlay. Ünlü rock grubu Slacker Demon’ın bateristi Dean Finlay’ın tek çocuğu. Yaz aylarını Rosemary’deki evinde her gece parti vererek geçirir. “Şımarık” kelimesinin tam karşılığı. Gümüş rengi gözleri, dövmeleri ve piercingleriyle kızların ona karşı koyması pek mümkün olmuyor, ki her sabah yanında farklı bir kızla uyanan Rush için bu çok iyi bir şey. İşte Blaire, Rush’la ilk tanıştığında Rush Blaire’de böyle bir izlenim uyandırıyor.

Rush ilk başta Blaire’i evinde istemediğini söylüyor. Fakat daha sonra, bana kalırsa hayatında verip verebileceği en iyi kararı vererek fikrini değiştiriyor ve Blaire’in iş bulup para biriktirene kadar evin alt katındaki camı dahi olmayan bir odada bir aylık kalmasına izin veriyor. 

Rush’ı baya yerdim sanırım? Ama işin aslı böyle değil işte… Tabii ki işin aslını şimdi burada size söylemeyeceğim, Rush’ın aslında ne kadar mükemmel olduğunu okuyarak anlamanız gerekecek. Ama size, Rush’ın –daha doğrusu Nan’in- ufak bir sırrı olduğunu  ve bu yüzden Blaire’i incitmemek için ona yaklaşmak istemediğini söyleyebilirim. Yoksa Rush, Blaire daha kapıdan içeri ilk girdiği anda ondan etkileniyor, aynı Blaire’in de ondan etkilendiği gibi. 

Bundan sonrası Rush ve Blaire’in duygularına yenik düşüp nasıl beraber olduklarıyla ilgili. İlk kitabın sonu, sizi derhal ikinci kitaba atlatacak şekilde bitiyor; Blaire Rush’ın –daha doğrusu Nan’in- sırrını öğreniyor ve tüm dünyası başına yıkılıyor. Nan demişken, Nan bu serideki bitch karakter oluyor, hem de ne bitch! Kız bu işte Pamuk Prenses’in üvey annesini kıskandıracak kadar başarılı. Nan’den nefret etmek için birçok sebebim var ama en etkilisi, özellikle ikinci ve üçüncü kitapta Rush’ı hep kız kardeşi ve sevgilisi arasında seçim yapmaya zorlamasıydı.

Bu seriyle ilgili en çok sevdiğim şey karakterleri oldu (tabii ki Nan’den bahsetmiyorum). Serideki yan karakteri de sevdim ama ana karakterler Blaire ve Rush! Harika bir çifttiler. Öncelikle, Blaire ne istediğini çok iyi bilen bir karakterdi ve tüm o yaşadıklarından sonra hâlâ ayaklarının üzerine basabilmesi beni etkiledi gerçekten. Birçok kitapta okuduğum kız karakterler gibi ben merkezli bir kız değildi. Tam tersine, kendinden önce etrafındaki insanları düşünüyordu.

Rush’a gelirsek… Rush gerçekten mükemmeldi tüm seri boyunca. Tamam, ikinci kitapta beni birazcık kızdırmış olabilir ama onu affedebilirim bunun için. Hem ikinci kitapta Blaire de beni kızdırmıştı, yani problem ikinci kitaptaydı. :D Onun dışında Rush’ın seri boyunca Blaire’e sanki dünyadaki en harika kadın oymuş gibi davranması(çünkü onun için öyleydi!), yaptığı küçük sürprizler, onun için yazdığı şarkılar… Gerçekten harika bir karakterdi. 

Serideki karakterlerin sağlam olmasının yanı sıra, kitapların dili de aşırı akıcıydı. Tüm seriyi bitirmem bir haftamı aldı, hatta son kitap Forever Too Far’ı tam bir günde bitirdim. Bitirdiğimde gözlerimden uyku akıyordu ama buna değerdi.

En sevdiğim kitap Forever Too Far’dı. Harika bir finali vardı serinin. Onun dışında ilk kitap Fallen Too Far da en az Forever Too Far kadar iyiydi. Fakat ikinci kitap Never Too Far ve Rush Too Far’ı diğerleri kadar sevemedim. Never Too Far’da az öncede söylediğim gibi Rush ve Blaire çok saçma kararlar verdiler. Rush Too Far ise ilk kitabın Rush’ın bakış açısıyla anlatılan haliydi ve okurken bazı kısımlarında sıkıldığımı hatırlıyorum. İlk kitapta özellikle Rush’ın düşüncelerini merak ettiğim sahneler vardı ve o sahneler için okumuştum bu kitabı.
Ayrıca, yazar bu kitaptaki diğer yan karakterler için de ikişer kitap yazarak, bunların hepsini ‘Rosemary Beach Serisi’ ismi altında toplamış. Şuan Grant’ın hikayesi olan Take a Chance’i okuyorum, ama ben pek beğenmeyeceğim sanırım bunu. Hiç kimse Rush kadar harika olamıyor maalesef. :D

Son olarak, alıntılardan önce sizi Rush’ın Blaire için yazdığı şarkı ile baş başa bırakıyorum. ^_^



Edit: Yorumda bahsetmeyi unutmuşum, serideki kitaplar +18 sahneler içermektedir. Seriyi okumaya başlamadan önce bunu da göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederim.


ALINTILAR

“I thought you weren’t a cuddler, Rush,” I said as he ran his nose along my neck and inhaled loudly.“I wasn’t. Only with you Blaire. You’re my exception,” he whispered. 

He wasn't what sent me running. He was what had made me want to stay. 

“No. One. Comes. Before You.”  

“When you find your reason for living, hold onto it. Never let it go. Even if it means burning other bridges along the way.”  

“I love you girl...to the moon and back.”  

“Be glad I don't have my gun because right now I'm considering the different ways I can get you to shut up. Let me scream and back off.” 
 
“I’m not ever letting your sexy ass get too far away from me again.”“How far is too far?” I asked.“It’s all too far. I want you right here beside me… forever.” 



4 PUAN: Güzedi, okumanı öneririm.
Aslında, Fallen Too Far ve Forever Too Far'a 4; Never Too Far ve Rush Too Far'a 3 puan vermişim. Yani kitaplara verdiğim puanın ortalaması 3,5 oluyor. Ama tüm seriye genel olarak, sırf Rush gibi bir mükemmelliği barındırdığı için 4 veriyorum. Bir puan kırma sebebim bazen Nan ve onun psikolojik problemlerinin beni sıkması, bazen de (özellikle ikinci kitapta) Rush saçmalamaları. Onun dışında, Akıcı dili ve karakterleriyle ara vermeden okumak isteyeceğiniz bir romantik seri Too Far. :)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder