24 Ağustos 2017 Perşembe

Kitap Yorumu: Sis ve Öfke Sarayı | Sarah J. Maas



  Sevdiğin bir kitabın mı yoksa sevmediğin bir kitabın mı yorumunu yazmak daha kolay derseniz, cevabım her zaman sevmediğim bir kitap olacaktır. Çünkü sevmediğin şeyi yargılamak kolay; konudan bahsedersin sonra sevmediğin şeyleri sıralarsın, eğer nefret edilecek derecedeyse bir iki paragraf boyunca daha yargılarsın ve voilà! Oldu bitti bile!

  Fakat söz konusu sevdiğiniz hatta çok sevdiğiniz kitaplar ise duygularınızı anlatmak o kadar kolay olmayabilir. Yüz yüze olsak bu noktada ses tonum, mimiklerim ve el kol hareketlerim kelimelerimin tükendiği yerde yardımıma koşabilirdi ama maalesef öyle bir lüksüm de yok burada. O yüzden elimden gelenin en iyisini yapacağım ama asla kitabı hakkıyla yorumlayamayacağımı şimdiden söylemeliyim.

  Genelde indirim olmadığı sürece seri kitapları bir kerede satın almam ama bu kitaplarda bu alışkanlığımı kırasım geldi ve ilk iki kitabı da indirim olmamasına rağmen beraber satın almıştım ve hayatımda verdiğim en iyi kararlarda ilk 10'a falan girer sanırım bu kararım. Çünkü Dikenler ve Güller Sarayı cliffhanger gibi bir yerde bitmese de, sizi kitapçıya koşarak yollayacak kadar merakta bıraktığı da su götürmez bir gerçek. Sis ve Öfke Sarayı'na başladığım hafta 3 farklı sunumum vardı ve bu bile beni durduramamıştı. (Spoiler: Sonradan sunumlarımdan biri neyse ki ertelenmişti!) 

  O zaman Büşra'yla (yorumu için) konuşurken birbirimizden habersiz aynı kitabı okuduğumuzu fark edip okuma etkinliği gibi beraber yorum girmeye karar verdik. Biraz geç oldu ama geç olsun güç olmasın.

   Yazarın kurgusu, kalemi, karakterleri her şey bir yana; bu kitabı benim için diğer fantastik kitaplardan ayıran en önemli nokta yazarın hayal gücü. İlk kitabı okuyanlar Bahar Sarayının, Dağın Altının nasıl da sihirli dünyalar olduğunu çok iyi bilirler. İşte, Gece Sarayı yanında onlar neredeyse bir hiç kalıyor. Velaris'i gördükten sonra Bahar Sarayı'nın çiçeklerini böceklerini özlemeyeceğinizi garanti edebilirim. Ya da Tamlin'ini.

   Maas'ın kalemi o kadar kuvvetli ki, ben güneşin altında terliyor olsam ve o soğuğu anlatsa üşümeye başlarım sanırım. Hayal gücünü tamamlayıp kitabı bu kadar iyi kılan şey de kalemi zaten. Hayal gücü ve onu canlandıran kalemi bir araya gelince Sis ve Öfke Sarayı dediğimiz şaheser ortaya çıkıyor işte!

  Kitabı okurken kısa bir süre sonra re-read yapacağıma söz vermiştim kendime, her şeyin tadını çıkararak okuyabilmek için ama hala okumadım ve şuan fark ettim unutmuşum. :( Çünkü kitapla ilgili tek söylemek istediğim OKUMAZSANIZ ÇOK ŞEY KAÇIRIRSINIZ!

  Imm, bakalım başka ne vardı? Bu serinin en badass kadın karakterlere sahip olduğunu söylemiş miydim? Feyre kadar badass bir kadın karakter az okumuşumdur - ki sadece Feyre de değil. Mor ve Amren de badass kelimesinin tanımı gibiler. Aslında düşünce kadın erkek ayrımı yapmadan, tüm ana karakterler badasslığın kitabını yazarlar desem yeridir.

  Ayrıca bu seri, neden bilmiyorum, genç yetişkin türü olarak geçiyor her yerde? Bu kitaba genç yetişkin demek, Rhysand en efsanevi fantastik kurgu karakteri değildir demek gibi. Alakası yok arkadaşlar, inanmayın. Genç yetişkin değil, yeni yetişkin hatta direk yetişkin kitabı.

 Detayları kendim de unuttuğum için fazla detaya giremiyorum ama bu yıl okuduğum en en en iyi kitaplardandı. Kitabı okurken ve bittikten sonra birçok "fangirling" anları yaşadığım doğrudur. Hatta pek fantastik kitaplarla arası olmayan arkadaşlarıma insanken periye dönüşen kız Feyre ve yarasa kanatları olan Gece Sarayı Prensi Rhysand'ın hikayelerini anlatıp durmuştum ve onlardan akıl sağlığım yerinde değilmiş gibi bakışlar almıştım. :D

  Bitirmeden, kitabı okurken yaşadığım hisleri sonrasında hatırlamak için sürekli belli şarkıları dinlemiştim ve Spotify'da onlarla playlist yapmıştım. Dinlemek isterseniz tık-tık. Şimdilik benden bu kadar! Kendinize iyi bakın!

Zeynep Ebrar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder